Marx’ı Otomasyon Tartışmasına Dahil Etmek – Eric Fleischmann

Otomasyon, yani süreç ve prosedürlere insan katılımının azaltılması ve/veya ortadan kaldırılması, Sanayi Devrimi’nden bu yana ekonomik bir tartışma konusu olmuştur. Genel tartışma, otomasyonun kitlesel işsizliğe yol açıp açmayacağı konusunda olagelmiştir. Primitivist bakış açısını kabul etmekle birlikte, 20. ve 21. yüzyılda, her birinin arkasındaki fikirler oldukça uzun bir süredir var olmasına rağmen, iki kamp şekillenmiştir.

Bir tarafta teknolojik ilerlemenin hiçbir zaman tekno-pesimistlerin öngördüğü kitlesel işsizliğe yol açmadığına ve açmayacağına inananlar yer almaktadır. Bu kesim genellikle profesyonel ekonomistlerin yanı sıra sağcı ve ortacı liberteryenler tarafından temsil edilmektedir. Murray N. Rothbard’ın Bilim, Teknoloji ve Devlet’te sorduğu gibi:

Buharlı kepçe kimi yerinden etti? Kaç milyon hendek kazıcısı bu yüzden işsiz kaldı? İnsan sürü hayvanının yerini vagon ve kamyonun almasının neden olduğu varsayılan milyarlarca işsiz nerede? Teknolojik işsizlik doktrini doğruysa, neredeler?

Teknolojinin neden olduğu işsizlikle ilgili korkuların temelsiz olduğuna dair kesinlikle tarihsel emsaller var. Reason dergisi bilim muhabiri Ronald Bailey “Robotlar İşimizi Çalacak mı?” başlıklı makalesinde çok sayıda örneğe işaret ediyor. Bu örnekler, Kraliçe Elizabeth’in 1589’da tebaasını işsiz bırakacağı korkusuyla çorap iskeleti örme makinesine patent vermeyi reddetmesinden, 19. yüzyılda geçimlerini sağlayabilmek için endüstriyel dokuma makinelerini parçalayan Luddite’lere kadar uzanıyor. Bailey’nin de işaret ettiği gibi, bu panikler görünüşte boşunaydı çünkü genel istihdam bugün hala güçlü bir şekilde devam ediyor.

Süregelen bu tartışmadaki karşıt grup ise otomasyonun gerçekten de kitlesel işsizliğe yol açacağına inananlardan oluşuyor. İlginçtir ki, günümüzde bu görüşün en yüksek sesle savunucularından bazıları Luddite’ler ya da endüstriyel muhafazakarlar değil, teknolojiyi hızla ilerleten teknoloji uzmanları ve Silikon Vadisi tipleridir. Microsoft’un kurucusu Bill Gates, otomasyonu yavaşlatmak ve kaynakları diğer mesleklere yönlendirmek için robot kullanan şirketlerin vergilendirilmesini önermiştir. Robotların iş gücünü ele geçirmesine karşı en bilinen çözüm evrensel bir temel gelirin oluşturulmasıdır. Birleşik Devletler Transhümanist Partisi’nin kurucusu ve başkan adayı Zoltan Istvan ve SpaceX, Tesla, Neuralink ve PayPal’ın başkanı Elon Musk, büyük ölçekli otomasyon karşısında UBI [Universal Basic Income veya Evrensel Temel Gelir] lehinde konuştular. Buradaki fikir, nüfusun büyük bir kesimi işsiz kalacağı için, hükümetin bir hanenin genellikle çalışarak elde ettiği gelirin yerine geçecek bir gelir sağlaması gerektiğidir.

Bu iki kampın da görmezden geldiği bakış açısı yaklaşık 200 yıldır var. Modern dünyayı temelden etkilemiş ancak yukarıda bahsi geçen Bay Musk’ın tuhaf yorumu dışında büyük ölçüde ana akım söylemin dışında bırakılmıştır. Bu Marksist görüştür. Tarihsel determinizme yönelik bazı eğilimlerden kaçınmakla birlikte, Karl Marx’ın tarihsel materyalizminden elde edilecek önemli içgörüler vardır. Felsefenin Sefaleti’nde Marx, “sosyal ilişkilerin üretici güçlerle yakından bağlantılı olduğunu” ve “sosyal ilişkilerini maddi üretkenliğe uygun olarak kuran aynı insanların, sosyal ilişkilerine uygun olarak ilkeler, fikirler ve kategoriler de ürettiğini” gözlemler. Ortaya konan temel nokta, toplumların maddi koşulları tarafından, üretim araçlarına kimin sahip olduğu tarafından yapılandırıldığıdır.

Dahası, Marx Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı’da “bu üretim ilişkilerinin toplamı toplumun ekonomik yapısını, üzerinde yasal ve politik bir üstyapının yükseldiği ve belirli toplumsal bilinç biçimlerine karşılık gelen gerçek temeli oluşturur” demektedir. Otomasyon söz konusu olduğunda, üretim araçları açıkça robotlardır ve Marksist etkiye sahip bir konumdan bakıldığında, bu makinelerin yarattığı sorun merkezi olarak bir istihdam sorunu değil, bir iktidar sorunudur. Kitlesel işsizliğe yol açmasa bile —ama daha çok açarsa— otomasyon yeni toplumsal bölünmelerin ortaya çıkmasına ve eski toplumsal bölünmelerin şiddetlenmesine yol açacaktır. Bu teknolojilere daha fazla erişimi olanlar, olmayanlar için dünyayı ekonomik, siyasi, sosyal ve yasal olarak daha fazla şekillendirebilecek. Pek çok kişinin fikri mülkiyet ve benzeri devlet-kapitalist önlemler yoluyla bu tür mülkiyetten men edilmesi beklenebilir. Evrensel temel gelirin olup olmaması önemli olmayacaktır, çünkü sağlanan satın alma gücüyle bile insanlar fiziksel metalara ve her ikisi de giderek daha az sayıda kapitalistin elindeki güçler tarafından tanımlanan bir toplum içinde para harcamak zorundadır.

Bu kesinlikle yeni ya da çığır açıcı bir sosyal eleştiri değil — Profesör Adrian Smith ve onun post-otomasyona ilişkin fikirlerine bakılabilir — ancak bunu modern diyaloğa taşımaya çalışmak önemlidir. Ana akım sol, sosyal adalet maskeli neoliberalizm lehine gerçek maddi sosyal değişimi unutmuş göründüğü için kesinlikle bunu yapmayacaktır. Son olarak, matematikçi ve sibernetiğin babası olan Norbert Wiener’den bahsetmek gerekiyor. The Human Use of Human Beings (İnsanın İnsanı Kullanması) adlı kitabında otomasyonun asıl tehlikesinin “bu tür makinelerin kendi başlarına çaresiz olsalar da, bir insan ya da bir insan grubu tarafından insan ırkının geri kalanı üzerindeki kontrollerini artırmak için kullanılabilmeleri” olduğunu yazmıştır. Wiener bir Marksist olmamasına rağmen, otomasyon tartışmasına Marx’ı eklerken taklit edilmesi gereken duygu budur.

Temel sorun, kitlesel işsizliğe yol açıp açmayacağı ya da evrensel bir temel gelirin tesis edilip edilmeyeceği değildir — her ne kadar bunlar dikkate alınması gereken önemli konular olsa da. Otomasyonun yarattığı potansiyel tehdit iktidar-ilişkileri ve kontrolüdür. Sorulması gereken soru “geleceğin sahibi kim olacaktır?”

Çeviri: Konzept
Kaynak


Posted

in

by

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın