Karseral Komünizme Karşı, Abolisyon Komünizmi İçin! – Simoun Magsalin

Konz’un notu
Karseral = hapis ile ilgili.
Abolisyonizm = iki anlamı var, bu yazıda kullanılan ana anlam hapishane polis ve kölelik karşıtlığıdır, ikinci anlam ortadan kaldırma eylemidir.

Bu metin, abolisyonist olan komünistlere ve komünist olan abolisyonistlere adanmıştır.

I. Karseral Komünizme Karşı

Anarşistler ve kölelik karşıtları “ACAB! Tüm Polisler Kötüdür” diye haykırırken, karseral komünistlerin acınası gösterisi “ACAB” yerine “ACCAB, Tüm Kapitalist Polisler Kötüdür” şeklinde bir saçmalıkla değiştirir. “Sosyalist polisler kötü değildir çünkü proleter karakterdedirler ve proleter Devleti korurlar” diye devam ederler. Tarihsel olarak polislik ve hapsetme kurumları sermayenin proleterler üzerindeki egemenliğini pekiştirmek için kurulmuşken, polisin bir şekilde proleter bir karaktere sahip olabileceği inancı hatalıdır. “Sosyalist” polislerin kamu yararını suçlu ya da “karşıdevrimci” unsurlara karşı koruduğu fikrinin içerik olarak burjuva polis savunusuyla aynı olduğundan bahsetmeye bile gerek yok.

Muhtemelen hiç kimse kendisini karseral komünist olarak tanımlamayacaktır —tıpkı hiç kimsenin kendisini karseral feminist olarak tanımlamayacağı gibi— ancak karseral komünistler vardır. Karseral komünistler, eski Sovyetler Birliği ve şimdiki Çin Halk Cumhuriyeti’nde kitlesel hapsetme ve sınır dışı etme uygulamalarını savunan insanlardır. Karseral komünistler sadece bu polis ve hapishanelere karşı çıkmakta ve kendi “halk” polis ve hapishanelerini önermek istemektedirler.

Karseral komünizm, “komünizmin” spektaküler bir imajının karseralite ile evliliğidir. “Spektaküler” derken Guy Debord’un Gösteri Toplumu’ndaki gerçek olanın sahte olanın şeyleşmiş imgeleriyle ikame edilmesini kastediyoruz. Bu arada, “karseralite” polislik ve hapsetme sistemlerinin mantığıdır. Komünizmin spektaküler imgesi “komünist” devletlerin imgeleri ve estetiğidir: erdemli halk orduları, dalgalanan kızıl bayraklar ve sıkı planlanmış ekonomiler. Komünizmin bu spektaküler görüntüsü komünizmin kendisi değildir; sadece onun sahte bir görüntüsüdür — bir Gösteridir. Nihayetinde Gösteri, komünizmin pratikte gerçekte ne anlama geldiğini, yani mevcut durumu ortadan kaldırma hareketini gizlemek için komünizmin bu sahte imgesini sunar. Belli bir anlamda, bu muhteşem imgeye 1917 Rus Devrimi’nden itibaren, komünistlerin sadece burjuva devlet adamlarını yok ederek ama kapitalist toplumun diğer tüm özelliklerini koruyarak, karaktersizliğin proleter amaçlar için kullanılabileceğini düşündükleri karaktersizlik aşılanmıştır.

Eski Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti, diğer sosyalist devletler ve onların müttefiki olan Batılı partilerden oluşan “komünist” devletlerin yaygınlığı nedeniyle bugüne kadar komünizmin ana anlatısı karseral komünizm olmuştur. Rus Devrimi sırasındaki Bolşevik darbesinden sonra, Lenin’in partisi gizli bir polis teşkilatı olan Çeka’yı kurdu ve hatta karargahlarını Çariçe Katerina’nın gizli polis teşkilatıyla aynı yerde inşa edilen Lubyanka’da kurdu. Devrimci yükseliş Çar’ın hapishanelerini ve zorunlu çalışma kamplarını boşaltırken, Lenin’in partisi bunları daha sonra Stalin’in inanılmaz derecede kanlı bir etkiyle devralacağı gulaglar olarak yeniden kurdu. Lenin, Troçki ve Stalin gibi karseral komünistler Çar’ın polisine ve hapishanelerine karşı çıkmış olabilirler, ancak bu sadece kendi baskı kurumlarının iyiliği içindir. Lenin ve Bolşeviklerin fark edemediği şey, komünizmin özünde kendi sınıflarını ortadan kaldırmak için mücadele eden proleterlerin bir hareketi olduğudur. Bolşevikler “komünist” polis ve hapishaneleri yeniden inşa ederek, proleterleşme kurumlarını ve bunun gerektirdiği her şeyi yeniden üretmişlerdir. Bolşevik “komünizmi” proleter durumu ortadan kaldırmak yerine onu evrenselleştirmiş ve bu proleterleşmeyi komünizmin spektaküler imajıyla birleştirmiştir. ACAB, “komünist” polisler anlamına da gelmektedir. Abolisyon, “komünist” polis ve hapishanelerin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.

“Kim polislik yapıyor?” sorusu sorulduğunda, abolisyonist grup Critical Resistance, sağcı ve faşist milisleri sözde Birleşik Devletler’de polislik yapanlar olarak tanımlıyor. Burada, Filipinler’de, faşist ve sağcı milisler polislikte yer alıyor, ancak aynı zamanda komünizmi benimseyen ve aynı zamanda karanlığı yeniden üreten bir yarı-Devlet [para-State] oluşumu da var: Filipinler Komünist Partisi (CPP) ve silahlı kanadı Yeni Halklar Ordusu (NPA). Nettie Wild’ın komünist hareketle ilgili 1988 tarihli belgeseli A Rustling of Leaves: Inside the Philippine Revolution’da bir gerilla cephesindeki parti kadrosu NPA’dan kaçan genç bir adamla uğraşmak zorunda kalmıştır. Belgeselde “Batman” kod adıyla anılan genç, sağcı bir milis grubundaki amcası tarafından NPA’dan kaçması ve ordu için istihbarat sağlaması için görevlendirilmişti. Batman sonunda NPA tarafından yeniden ele geçirildi. Batman’ı yakalayan kadro, Batman’ın Halk Mahkemesi’nde yargılanması sırasında yerel halka söz hakkı tanıyormuş gibi bir gösteri yapsa da, NPA karargahı halkın kararını tatmin edici bulmadı. Sonuçta NPA kadroları Batman’ın yargıçları, jürisi ve cellatları oldu. Batman’ın iltica etmeye zorlanmasının pek bir önemi yoktu; kadro onun ölmesi gerektiğine karar verdi ve öyle de oldu. Daha sonra 90’lı yıllarda CPP-NPA kendi kadrolarından yüzlercesini gözaltına aldı ve sızma karşıtı tasfiyeler olarak bilinen süreçte sistematik olarak işkence ve infaz etti. CPP-NPA’ya aslında hükümet ajanları tarafından sızılmamıştı, ancak kadrolar bunu fark ettiğinde yüzlercesi çoktan infaz edilmişti ve bugün hala toplu mezarlar bulunuyor. Hayatta kalanlar CPP tarafından bugüne kadar hala karşı devrimci olarak etiketlenmektedir. Daha yakın bir tarihte, faşist Rodrigo Duterte’nin başkanlığı kazandığı 2016 seçimlerinden sonra CPP-NPA, Duterte’nin Uyuşturucuyla Savaşını tüm kalbiyle destekledi ve hatta NPA, Duterte’nin faşist gündemini desteklemek için kendi uyuşturucu baskınlarını düzenledi. Bu üç örnekte de, komünist hareketlerin devlet iktidarını ele geçirmeden de karseral mantığı ölümcül sonuçlara varacak şekilde yeniden üretebileceği açıktır. Filipinler’deki Abolisyon, Filipin Ulusal Polisi, ordu ve paramiliter grupların yanı sıra Yeni Halklar Ordusu’nun da ortadan kaldırılması anlamına gelecektir.

Anarşistler bile karseraliteyi yeniden üretmekten muaf değildir. İspanya ve Ukrayna Devrimlerinde devrimci anarşistlerin polisliği yeniden ürettiği anlar oldu; Federación Anarquista Ibérica militanları faşistler için bir toplama kampı bile işletti. Daha yakın zamanlarda, Capitol Hill İşgal Protestosu gibi radikal projelerde karseralitenin yeniden üretildiğini gördük. Orada, yeni halkın polisi olarak hareket etmeyi kendilerine görev edinen bireyler Siyahi gençleri vurarak öldürdü. Anarko-toplama kampının Stalinist gulaglardan daha iyi olup olmadığı ya da anarko-polisin bir şekilde daha iyi olup olmadığı önemli değildir; Abolisyon, anarko-polisin ve anarko-hapishanelerin de ortadan kaldırılması anlamına gelir.

Sözde komünist hareketler arasındaki karseralitenin sürekliliğini açıklayan nedir? Radikaller için bile polis ve hapishane ideolojisi kendisini doğal, hatta kaçınılmaz olarak sunar. Bu anlamda karseralite, Mark Fisher’ın aynı adlı kitabındaki Kapitalist Gerçekçilik kavramına benzemektedir. Kapitalist gerçekçilik perspektifi sürekli olarak “kapitalizmin alternatifi yoktur” propagandası yaparken, kapitalist gerçekçilik ancak fiilen var olan sözde sosyalizmin çöküşüyle birlikte genelleşmiştir. Buna karşılık, Bolşeviklerin proletarya diktatörlüğünün zorunlu olarak polis ve hapishaneleri içermesinin doğal olduğunu düşündükleri noktaya kadar, karseralitenin kendisini çok önceden doğal olarak sunmuştur.

Fisher’ın savunduğu gibi,

Emansipasyoner siyaset her zaman bir ‘doğal düzen’ görünümünü yok etmeli, gerekli ve kaçınılmaz olarak sunulan şeyin yalnızca bir koşulsallık olduğunu ortaya çıkarmalıdır, tıpkı daha önce imkansız olduğu düşünülen şeyi ulaşılabilir kılmak zorunda olduğu gibi. (Kapitalist Gerçekçilik)

İşin aslı şu ki, karseralite tarihsel olarak koşulsaldır — her zaman var olmamıştır ve her zaman her yerde var olacak şekilde genelleştirilmemiştir. Filipinler’de karseralite kolonyalizmle birlikte ortaya çıkmıştır; Amerika Birleşik Devletleri’nde köle devriyeleriyle birlikte ortaya çıkmıştır; Avrupa’da ise işçi sınıfını kontrol etmek için uygulanmıştır. Karseralite her zaman proleterleştirilenlerin sosyal kontrolü anlamına gelmiştir. “Karseral kapitalizm” terimi gereksizdir çünkü kapitalizm karseralite olmadan var olamaz. Kapitalizmin ücretli emeğin uygulanmasına izin vermek için karseralliğe ihtiyacı vardır. Saidiya Hartman’ın “The Anarchy of Colored Girls Assembled in a Riotous Manner” adlı eserinde, çalışmaya direnen Siyahi kadınların, proleterleştirme rejimini onlara dayatmak için Devlet tarafından serserilik yasaları altında kriminalize edilmeleri gerektiğine dair kilit katkı budur.

Bolşeviklerin spektaküler komünizm imajlarını sahte “gerçekçilik” ile birleştirmekte hiçbir sakınca görmemeleri, burjuva toplumunun komünist estetik içinde yeniden inşasına olanak sağladı. Bolşevikler için, tıpkı otorite ve devletin olmadığı bir dünya hayal etmenin imkansız olması gibi, karkersiz bir toplum da düşünülemezdi. Hapishane ve polis abolisyonu olmadan komünistler kapitalist ideolojiyi asla aşamayacaklardır.

II. Abolisyon Komünizmi İçin

Anarşist ve kölelik karşıtı Victoria Law, 2014 tarihli “Against Carceral Feminism” başlıklı makalesinde karseral feminizmi “artan polisliği, kovuşturmayı ve hapsetmeyi kadınlara yönelik şiddetin birincil çözümü olarak gören bir yaklaşım” olarak tanımlamıştır. Kısacası, karseral feminizm polislerin ve hapishanelerin kadınları güvende tutabileceği fikridir, ancak Victoria’nın gösterdiği gibi, kadınlar ve queer halklar polisten yardım istediklerinde sıklıkla polis şiddetine maruz kalmakta ve zaman zaman kendileri de hapsedilmektedir. Abolisyonistler, polis ve hapishanelerin kadınları güvende tutmadığını ve bunun yerine zararı daha da arttırdığını anlıyor. Karseral feminizme karşı [eseri], polisliğin ve hapsetmenin abolisyonu için mücadele eden ve kadınları güvende tutabilecek dönüştürücü adalet gibi önlemleri savunan bir abolisyon feminizmidir.

Belli bir anlamda karseral komünizm, polislik ve hapsetme sistemlerinin iyi niyetle kullanılabileceğine dair sarsılmaz inancıyla karseral feminizme benzemektedir; ancak bunlar “iyi niyetle” kullanılamaz. Diğer bir deyişle, karseral komünizm, polis ve hapishanelerin komünizm için uyumlu ve hatta gerekli olduğu inancıdır. Nasıl ki karseral feminizm kadınlaşmış bedenlere yönelik şiddeti arttırdığı için feminizmle uyumsuzsa, karseral komünizm de tutarlı bir komünizm vizyonuyla tamamen uyumsuzdur. Polis ve hapishanelerin komünizeleştirilmesi, proleterleştirilmesi, dekolonize edilmesi, yerlileştirilmesi ya da başka bir şey yapılması mümkün değildir çünkü bunlar nihayetinde kapitalizmin ve modern devlet sisteminin gelişimine bağlı olan ve proleterleştiren kapitalist toplumun özellikleridir. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Filipinler’de de polis ve hapishaneler kolonizasyon ve karşı-isyan araçlarıdır ve bugüne kadar yerli topluluklar hapishanelerin kendi topluluklarını gerçek adaletten mahrum bıraktığını hissederler.

Komünist uygulamalar polisin ve hapishanelerin abolisyonunu gerektirir. Komünizm nihayetinde mevcut durumu ortadan kaldıran bir harekettir; bu durum, bu kapitalist dünyada proleterler olarak bizi damgalayan sürekli proleterleşmedir. Komünizm, proletaryanın kendi kendini ortadan kaldırması olduğu için, komünist uygulamalar proleterleşmeye saldıran faaliyetler ve eylemlerdir. Dolayısıyla polislik ve hapsetmeye saldıran abolisyonist uygulamalar nihayetinde komünist önlemlerdir.

Proleterleşme nihayetinde sermaye tarafından dayatılan bir sosyal ilişkidir ve proletaryayı ayırt eden sınıfsal ayrımdır. Bir toplumsal ilişki olarak proleterleşme, ücretli emeğin dayatılması, çalışmanın ayrı bir insan faaliyeti alanı olarak dayatılması ve üretim ürünlerine yabancılaşmadır. Proleterleşme, sermayenin, devletin ve egemen sınıfın proletaryaya hükmettiği hiyerarşik bir tahakküm koşuludur.

Critical Resistance, 2020 yılında yayınladıkları Our Communities, Our Solutions: An Organizer’s Toolkit for Developing Campaigns to Abolish Policing adlı kitapçıklarında polisliği “devlet tarafından güç kullanımı yoluyla hukuku ve sosyal kontrolü uygulamak için yetkilendirilen bir dizi uygulamadan oluşan bir sosyal ilişki” olarak tanımlamaktadır. Critical Resistance, sosyal bir ilişki olarak polisliğin kölelik, ayrımcılık, ırkçılık gibi “baskıcı dinamikleri pekiştirdiğine” ve kriminalize edilmiş topluluklar arasında itaati zorladığına işaret eder. Bu anlamda polislik de proleterleşmeyi pekiştiren bir sosyal ilişkidir. Proleterleştirilenler her zaman kriminalize edilmiş bir sınıf olmuştur. Farklı sınıflar arasındaki polislik farkına tanık olun: bir işçi yiyecek çalarsa hapse gönderilir, ancak patronlar işçilerden çalarsa genellikle hiçbir şey olmaz, çünkü ücret hırsızlığı günlük bir olaydır. İşte bu şekilde polislik proleterleşmenin bir parçasını oluşturur.

Proleterleri hizada tutmak, icat edildiğinden bu yana her zaman polisin işlevi olmuştur. Gerçekten de, ister burjuva ister “komünist” devletlerde olsun, polis her zaman militan proleterlerle mücadele etmek için kullanılmıştır. İster Filipinler’de ister eski Sovyet Polonya’sında olsun, emperyalistleşmiş ülkelerde durum gerçekten de böyledir. İster Filipinler’deki Mendiola Katliamı olsun, ister Sovyet Polonya’daki Solidarność’un sert bir şekilde bastırılması olsun, aynı karseralite rejimi hüküm sürmektedir.

Radikal gelenekler olarak, abolisyon Siyah radikal gelenekten, komünizm ise Avrupa proleter ortamından doğmuştur. Hem abolisyon hem de komünizm, biri köleleştirilmiş diğeri proleterleştirilmiş egemen sınıflar arasında kökleri paylaşmaktadır. Devlet karşıtı komünistler, polisliği ve hapsetmeyi ortadan kaldırma arzularında her zaman dolaylı olarak abolisyonist bir bilince sahip olsalar da, komünizm ve abolisyonun kaynaşması nadiren dile getirilmiştir.

Abolisyon komünizminden bahsetmek bir bakıma gereksizdir çünkü sınıfları ve devleti ortadan kaldırmış bir toplumda polis ve hapsetme rejimlerinin var olması mümkün değildir. Sonuçta hem ortadan kaldırma hem de komünizm mevcut düzeni ortadan kaldırmayı ve niteliksel olarak farklı bir yaşam türü kurmayı amaçlar. Bu yönüyle abolisyon ve komünizm birbirine benzemektedir. Ancak, komünist siyaset yüzyılı aşkın bir süredir karseralite ile iç içe geçtiği için, karseral mantığı tamamen reddeden bir komünizmi açıkça ifade etmek gerekli hale gelmektedir.

Karseral komünizme karşıt olarak, abolisyon komünizmi zorunlu olarak komünist düşünce içindeki karseralite geleneğine karşı çıkar ve zorunlu olarak “komünist” Devletlerin karseralitesine karşı çıkar. Bobby Seale’in sözleriyle ifade edecek olursak: Biz karseraliteye karseraliteyle savaşmıyoruz; karseral kapitalizme karseral komünizmle değil, abolisyon komünizmiyle karşı çıkıyoruz. Mao bir keresinde “Halk ordusu olmadan halkın hiçbir şeyi olmaz” demişti, ancak Yeni Halklar Ordusu’nu Filipin Ulusal Polisi’ne karşı dengelemek, her iki kurum da karseraliteyi yeniden üretiyorsa, özgürleşme için hiçbir şey yapmaz. Polislik ve hapsetme ile kesin olarak mücadele edebilmek için, niteliksel olarak yeni sosyal ilişki biçimlerine ihtiyaç vardır. Bir zamanlar gerekli ve kaçınılmaz olarak sunulan şeyin sadece koşulsallık olduğu gösterilmeli ve bir zamanlar imkansız olan şeyin ulaşılabilir olduğu gösterilmelidir.

“Komünist” Devletler, proleter kazanımları korumak için karakol kurmanın gerekli olduğunu düşünmüşlerdir, ancak bu bir yanılsamadır. Gilles Dauvé’nin sözleriyle ifade edecek olursak: Burjuva polis ve hapishaneleriyle mücadele etmek için proleter polis ve hapishanelerin gerekli olduğunu düşünmek, proletaryayı burjuva terimleriyle düşünmektir, böyle yaparak ensüreksiyoner hareketin ezdiği her şeyi yeniden ortaya çıkarmış olursunuz. Devrimin proletaryasının inşa ettiği kurumların burjuva toplumuna benzemesi mümkün değildir. Karmaşıklığı yeniden tesis etmek, burjuva toplumunu komünizmin muhteşem görüntüsü içinde yeniden inşa etmektir. “Komünist” Devletlerin karekteristliğinin burjuva toplumunun karseralitesinin yalnızca bir aynası olması, onların burjuvalığının yeterince kanıtıdır. Komünizmin zararla başa çıkma biçimi burjuva polis ve hapishane biçimlerini alamaz, aksi takdirde bu hiç de komünist olamaz.

Abolisyon komünizmi, niteliksel olarak yeni bir komünizm biçimi değil, abolisyonist ve komünist bilincin bütünleşmesidir. Abolisyon komünizmi, komünist önlemlerin aynı zamanda abolisyonist adımları olması gerektiği fikridir. Bu, polisin fonlarının kesilmesi ve mahkumların hapsedilmemesi gibi abolisyonist adımların mutlaka komünist önlemler olduğu anlamına gelmez, ancak bu adımlar kapitalizm altında komünist örgütlenmeyi kolaylaştırır. Daha ziyade, Abolisyonist komünistler tarafından uygulanan komünist adımlar, tam da polislik ve hapsetme sermayenin egemenliğinin merkezinde yer aldığı için, ücretli emeği, devleti, çalışmayı vb. ortadan kaldırırken eş zamanlı olarak polislik ve hapsetme sistemlerini de ortadan kaldırır. Mahkumların serbest bırakılması ve hapishanelerin ateşe verilmesi proletarya için yüzlerce programdan daha fazlasını yapar.

Angela Davis gibi abolisyonist komünistler, polis ve hapishanelerin kaldırılmasına dair bir vizyonu, karseraliteden arındırılmış bir Devlet olarak ifade edebilirken, aynı zamanda anarşist olan abolisyonistler, karseralitenin Devlet sisteminin ayrılmaz bir parçası olduğunu anlarlar. Anarşistler Devlet iktidarının ve onun şiddet tekelinin hayırsever bir şekilde kullanılabileceği yanılsamasına kapılmazlar. Devletin polisinin ve hapishanelerinin başına doğru insanların geçmesiyle bunların kötücül olmaktan çıkacağını ya da Devletin polis ve hapishaneleri barışçıl bir şekilde ortadan kaldırabileceğini düşünmek idealizmdir. Zira şiddet Devletin varlık sebebidir ve hiçbir zaman şiddetsiz bir Devlet olmamıştır. Devleti şiddet maddelerinden yoksun bırakmak eski komünist kehaneti yerine getirir: proletarya kendisini bir sınıf olarak ortadan kaldırır ve bunu yaparken Devleti de Devlet olarak ortadan kaldırır.

Eğer komünistler kapitalistleri duvarlara dizip kurşuna dizme ya da “yeniden eğitim” gulaglarında topluca hapsetme fantezilerine kapılamayacaklarsa, o zaman ne olacak? Kitlesel infazlar ve kitlesel hapsetmeler yerine, abolisyon komünizmi tutukluluktan çıkarma [excarceration] görevini ciddiye alır. Eğer hapsetmeme, hapsedilen bedenlerin serbest bırakılarak sayılarının azaltılması ise, tutukluluktan çıkarma da hapsetmeyi, polisliği ve karseraliteyi tamamen ortadan kaldırmaktır. Tutukluluktan çıkarma, dönüştürücü adalet, zarar azaltma ve sosyal hesap verebilirlik gibi, zararla sağlıklı bir şekilde başa çıkabilecek güçlü topluluklar inşa edebilecek önlemleri içerir. Tutukluluktan çıkarma potansiyel olarak, polislik ve hapsetme gibi özünde burjuva biçimleri kullanmak yerine, yıkım proleterlerinin zararla başa çıkma aracı haline gelir.

III. Hapsedilenlerin Kendi-Abolisyonu

Daimi soru kendini göstermektedir: Ne yapmalı?

Cezaevi Araştırma Eğitim Eylem Projesi’nden uzun bir alıntı yapmak gerekirse:

Frederick Douglass’ın da gördüğü gibi, gücün kaynağı köle sahibinde değil, kölelerdeydi — köle olmayı reddedebileceklerini anladıkları andan itibaren. Benzer şekilde, grevci mahkumlar cezaevlerinin gücünün cezaevi yöneticilerinde değil, cezaevi yaşamını mümkün kılmak için rıza gösteren ve işbirliği yapan mahkumlarda olduğunu göstermiştir. Bu rıza ve işbirliği geri çekildiğinde, cezaevleri işleyemez. Duvarların dışındaki bizler, cezaevlerine rıza ve işbirliği verdiğimizin farkına varmalıyız. (Instead of Prisons: A Handbook for Abolitionists)

Aynı şekilde proletarya da kapitalizmin işlemeye devam etmesine rıza gösterir. Proletarios Revolucionarios’un “The Self-Abolition of the Proletariat As the End of the Capitalist World”de belirttiği gibi, proletarya aynı zamanda sermayenin ve proleterleşmenin devamının sınıfıdır. Tıpkı hapishane ve polis reformizminin kapitalizmi sürdürmesi ve pekiştirmesi gibi, kira ve ücret reformu da proleterleşmeyi sürdürür ve pekiştirir. Komünist ensüreksiyon proleterleşmeden ve karseraliteden birlikte kopmalıdır.

Bu arada, aşırı solun ruhu üzerinde devam eden karseral komünizm hakimiyetine abolisyonistler tarafından sürekli olarak meydan okunmalıdır. Sözde Birleşik Devletler’de, Siyahi radikal gelenek içinde, bir abolisyon komünizmini açıkça ifade etmeseler bile, yönelim olarak abolisyonist komünist ya da yol arkadaşı olarak kabul edilebilecek bazı eğilimler vardır. Bu örtük abolisyonist komünistler, ülkenin daha geniş çevrelerinde hâlâ varlığını sürdüren karseral komünizme meydan okumak için eşsiz bir konuma sahiptirler. Filipinler’de Maoist, Ulusal Demokratik, sosyal demokrat ve bağımsız sol çevrelerde karseralite yaygınlaşırken, biz abolisyonistler yavaş yavaş abolisyonizmi ilerletiyoruz. Komünistler için abolisyonist, abolisyonistler için de komünist olmalıyız. Karseralite ile savaşın, anarşiyi yayın, komünizmi yaşayın.

Yine de sadece konumumuzun propagandasını yapmak, NPA’nın yaptığı gibi polisleri vurmak, hapsetmemek ve tutukluluktan çıkarmak ya da Siyahi ensüreksiyonistlerin yaptığı gibi karakolları yakmak yeterli olmayacaktır. Karseralite ve sermaye hüküm sürmeye devam ederken, kafeslerin kurbanlarını hapsetmemeyi ve zararla üretken bir şekilde başa çıkabilecek tutukluluktan çıkarma sistemleri inşa etmeyi zorlayarak abolisyon için mücadele ediyoruz. Ancak abolisyon komünizmi nihayetinde karseralitenin ve sermayenin yok edilmesi anlamına gelmektedir. Evet, yıkımın da yaratıcı bir dürtü olduğu konusunda Bakunin’e katılıyoruz, ancak yıkım yeterli değildir. Gilles Dauvé’nin önerdiği gibi:

Soru, silahların kimde olduğu değildir. Daha ziyade: silahı olan insanlar ne yaptığıdır. Tepeden tırnağa silahlanmış 10.000 ya da 100.000 proleter, dünyayı değiştirmek için kendi güçleri dışında herhangi bir şeye güveniyorlarsa onlar hiçbir şeydir. Aksi takdirde, ertesi gün, bir sonraki ay ya da bir sonraki yıl, otoritesini tanıdıkları güç, kendisine karşı kullanmayı başaramadıkları silahları ellerinden alacaktır. (“When Insurrections Die”)

Dolayısıyla ensüreksiyonu yürütmek için yeterli olmayacaktır. Eğer NPA, polisleri vurursa ama karseralite hâlâ vuranlar tarafından yeniden üretiliyorsa, o zaman ensüreksiyondan yaratıcı bir şey çıkmaz ve ensüreksiyon ölür. Sonuçta, CPP-NPA Maoistleri on yıllardır gerilla savaşı yürütüyorlar, ancak hem gerilla cephelerinde hem de burjuva kalelerinde karseralite hüküm sürüyor. NPA, polislik ve hapsetmenin meşruiyetine meydan okumak için hiçbir şey yapmıyor ve bunun yerine polislik ve karseral kalıpları yeniden üretiyor. Gerekli olan şey, polis ve hapishanelerin karseral sistemlerinin artık yeniden oluşturulamayacağı, statükoya geri dönüşün mümkün olmadığı ensüreksiyoner bir kopuşun genelleştirilmesidir. İsyancıların şimdiye kadar başaramadığı, ancak bu ahir zamanda olasılığı son derece yakın olan şey budur. Minneapolis Third Precinct’in yakılmasında olduğu gibi, karseral mantığın tamamen çökertildiği ve Devlet güçlerinin geri çekildiği anlar olsa da, karseral statüko yine de restore edildi. Böyle anlarda abolisyonun gerekliliği bir gerçeklik haline gelirken, bu tür anlar genelleştirilemedi ve geri dönüşü olmayan bir noktaya taşınamadı.

Ancak açık olan bir şey var ki o da abolisyonist adımlar atılmadığı takdirde komünist ensüreksiyonun burjuvalaşma riskiyle karşı karşıya kalacağıdır. Nepalli Maoistlerin Kral’ın güçlerini yönlendirmeyi başardığı Nepal’de olan buydu. Ancak kralcı polisin geri çekilmesinin gölgesinde, yeni bir Maoist polis onun yerini aldı. Böylece, niteliksel olarak farklı bir yaşam olasılığı ortadan kalktı ve burjuva toplumu, Maoistlerin artık sadece ismen hüküm sürdüğü Nepal’de kendini yeniden kurdu. Maoist “Filipin devrimi”nin kaderi de, eğer Filipinler Komünist Partisi’ne bırakılırsa, böyle olacaktır. Ne de olsa bir devrim ne komünist bir parti ne de abolisyonistler, komünistler ya da anarşistlerden oluşan bir parti tarafından yönetilemez, ancak proleterlerin kendilerini proleter olarak işaretleyen dünyaya karşı kendilerinin eylemleriyle yönetilebilir. Bu elbette polise ve hapishanelere saldırmayı da içerir.

Bu bakımdan, karseral “komünizm” karseral kapitalizminin madalyonun diğer yüzüdür, çünkü burjuva toplumunun yeniden inşasından başka bir şey değildir. Abolisyon komünizmi, mevcut durumu ortadan kaldırma görevinin farkında olan komünizmdir. Abolisyonist komünistler, bir sınıf olarak kendilerini ortadan kaldırma ve başta polisler olmak üzere proleterleştiren her şeye saldırma görevlerinin bilincinde olan proleterlerdir. Abolisyonist komünistler, bu hapishaneyi parçalamaya hazırlanan bu proleter toplumun mahkumlarıdır. Bu, abolisyonistlerin uğruna çalıştığı komünist ensüreksiyondur.

Yoldaşımız Alfredo M. Bonanno en iyisini söylüyor:

Acele et yoldaş, polis, yargıç, patron vur. Şimdi; yeni bir polis seni durduramadan.

Hayır demekte acele et, yeni bir baskılama seni hayır demenin anlamsız, delice

olduğuna, bir tımarhanenin konukseverliğini kabul etmen gerektiğine ikna edemeden.

Yeni bir ideoloji onu senin için kutsallaştırmadan kapitale saldırmakta acele et.

Yeni bir sofist sana bir kez daha ‘iş seni özgür kılar’ diyemeden işi reddetmekte acele et.

Oynamakta acele et. Silahlanmakta acele et. (Silahlı Neşe)

Çeviri: Konzept
Kaynak


Posted

in

by

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın