Hapishanelere Karşı Mücadelenin Ön Koşulları – Tiqqun

Önsöz

2003 baharında, kısa ömürlü ve sallantılı bir “Hapishanelere Karşı Avrupa Koordinasyonu” Torino’da toplandı. Toplantıya birkaç İspanyol, birkaç İsveçli, bir avuç İngiliz ve Yunanlı katılmış olsa da, ortaya çıkacak olan dramanın yüzün üzerindeki oyuncusu için genel senaryo, Birinci Enternasyonal’in kuruluşuna kadar uzanan aktivist repertuarın klasikleri arasındaydı: o yılların Parisli otonomistlerinin küçük ailesi (iflah olmaz Marksist ve gösterişli bir “Avrupa koordinasyonu” fikrinin arkasındakiler) ile İtalyan ensüreksiyonist anarşistler arasında kamusal bir yüzleşme. Nihai çöküşe kadar sahneyi dolduracak olan tüm ayrılıklar, tüm cevaplar, tüm çıkmazlar temelde başlangıç senaryosunda yer alıyordu. Bir hapishane şantiyesini işgal etmenin iç ve dış yönleri hakkında bir anlaşmaya varmak gibi asgari pratik amaç, dramatik gerilimi daha da arttırmaktaydı: kendini her noktada anlaşmazlık içinde bulmak her zamankinden daha büyük önem taşıyordu; ve tüm bunlar İtalyan jandarmasının işgüzar gözleri ve kulakları altında yapılıyordu. Böyle bir aygıtın ortasında bir Tiqqun eylemi ancak onu kırılma noktasına kadar zorlamak anlamına gelebilirdi — kendini hakim tek taraflılığın iki ucuna da yerleştirmeden ve makinenin iki kutbundan birine bağlanmasına izin vermeden — bir parrhesia jesti ya da en azından bir girişim yoluyla. İnsan daha azıyla mutlu olamazdı. Aygıt tarafından sindirilemeyecek kadar hakikat yüklü bir sözel atılım ve aşağıda Fransızca ve İtalyanca olarak dağıtılan metin, beklenen skandal etkisini yarattı. Ensüreksiyonist ateşi altında düşmana firar çığlıkları atıldı. Aile oldukça öfkeliydi. Böyle bir durumda uygun önlemleri ihtiyatlı bir şekilde alırken, hiçbir şey olmamış gibi davranmak acildi. Bunu takip eden on beş yıl içinde, evrensel “appelisme”i kınamaktan vazgeçmeyen koruyucularının gözle görülür umutsuzluğuna rağmen, aygıttaki gedik derinleşmeye devam etti. Okunduğunda görüleceği üzere, aşağıdaki metnin “yazarlarının”, günün çılgın aktivizmine eklenecek yeni bir aktivist alan olarak hapishanelerle ilgilenmediklerini vurgulamak gerekir. Onları hapsetme projesini mümkün olduğunca zayıflatmak istemeye iten, o dönemde içinde yaşadıkları ve içinden çıktıkları hatırı sayılır illegaliteler kitlesiydi. Bunu da kendilerini orada bulan tesadüfi müttefikleriyle birlikte yaptılar. Zamanın sefilliği için onları suçlayabilir miyiz? “Hümanizm domuzların nezaketidir” yazılı pankartlar açmalarının, Robert Badinter’i mikrofondan mahrum bırakmalarının ve “ölüm cezasını kaldırmış” olmanın verdiği eşsiz tatminden mahrum bırakmalarının, işgal etmelerinin, sabote etmelerinin, ayaklanmalarının, komplo kurmalarının ya da skandal bir şekilde kısmi bir çıkara bağlı kalarak cenaze kompleksinin iyi yağlanmış işleyişini bozmalarının görevden ya da herhangi bir ahlaki dürtüden kaynaklanmadığı açıktır. Yoldaşımız Tronti’nin çok iyi anladığı gibi, proletarya “kaba pagan bir ırktır”. Sonraki olaylar onların yanıldığını kanıtlamak için çok az şey yapmıştır. Dahası, bu metnin yazarlarından biri, birkaç yıl önce küçük bir “sokak festivali” sırasında pleksiglas bir nöbetçi kulübesini balyozla kırmaya çalışıp başarısız olduğu bir hapishanede kendini kilitli bulduğunda aklından bu geçmiş olmalı. Bu, onun tuhaf tutukluluğuna biraz renk katmış olmalı.

—Haziran 2022

Küçük, baskı-karşıtı marşın aynı nakaratını tekrarlamaya devam ettiğimiz sürece, her şey olduğu gibi kalır ve herkes fark edilmeden onu söyleyebilir. -Michel Foucault

1. Hapishanelere karşı mücadele gittiği gibi geri dönmez. Ve sanki 1970’lerde neden başarısız olduğunu bilmiyormuşuz gibi tamamen masumane bir şekilde ele almıyoruz.

2. Hapishanenin genel kölelik ekonomisi içindeki işlevi, suçlular ve suçlu olmayanlar, yasalara uyan vatandaşlar ve suçlular arasındaki sahte ayrımı somutlaştırmaktır. Bu “amaç” psişik olduğu kadar sosyaldir de. Yurttaşın masumiyet duygusunu üreten, mahkumun hapsedilmesi ve işkence görmesidir. Dolayısıyla, İmparatorluk altındaki tüm varoluşun suç yönü kabul edilmediği sürece, cezalandırma ve cezalandırıldığını görme ihtiyacı devam edecek ve hapishaneye karşı her argüman hedefi ıskalamaya devam edecektir.

3. Suçlu ve masum arasındaki ayrım yanlıştır. Bunu tersine çevirmek sadece yalanı pekiştirir. Hapishanelere karşı mücadelemizde, mahkumları iyi adamlar, kurbanlar olarak gösterdiğimizde, cezası hapishane olan mantığı yeniden üretmiş oluruz. Bir tutam ahlak, karseral karşıtı her türlü mücadeleyi mahvetmeye yeter.

4. “Hapishane toplumun hücre hapsidir [solitary confinement]” ifadesi ancak “toplum” olmadığı sonucuna varıldığında doğrudur. Hapishaneleri üreten “toplum” değildir. Aksine, toplumu üreten hapishanedir. İmparatorluk, kendi hayali dışını inşa ederek, bir içerisi, bir içerme, bir aidiyet kurgusu yaratır. İmparatorluğun metropollerinin ve hapishanelerinin günlük yaşamının yönetildiği tekniklerin büyük ölçüde aynı olduğu gerçeği – bu, yöneticilerinin özel bilgisi olarak kalmalıdır. “Bir hapishane küçük bir şehirdir. Orada uyursunuz, orada yemek yersiniz, çalışırsınız, ders çalışırsınız, spor yaparsınız, kiliseye gidersiniz. Bunun dışında oradaki yaşam her zaman kısıtlıdır. Dışarıda mağazalar, sinema salonları vs. var. Ben de kendime sordum, neden bunları hapishanelere getirmeyelim? Ve bu, güvenliği engellemeden nasıl yapılabilir?” Yeni Fransız hapishanelerinin baş mimarlarından biri böyle diyor. Daha fazlasını söylemek ihtiyatlı olmaz.

5. Hapishanelerin günlük işleyişini sürekli çevreleyen sessizlik, bazen mahkumlar adına konuşmamızı gerektiriyor. “Barikatın doğru tarafında” olmanın verdiği o özel hisle. Uzun bir süre işçiler, proletarya, kayıtsızlar vs. adına da konuşuldu. Ta ki onlar kendileri adına konuşmaya başlayana ve beklenenden tamamen farklı bir şey söyleyene kadar. Bu başarısızlığın bir adı var: siyasi vantrilokluk. Tüm siyasi vantrilokluk bizi rahatça bir parantezin içine yerleştirir: konuşmamız kendimiz için herhangi bir risk taşımaz, çünkü bizi dahil etmez. Bizi, İmparatorluk altında, hiçbir radikal dışsallığa tahammül etmeyen bir iktidar rejimi altında, bu toplumun hayatta kalması olan sürekli suça pasif de olsa katıldığı ölçüde tüm varoluşun aşağılık olduğunu kabul etmekten alıkoyar. İsyan etmek için haklı bir nedene ihtiyaç duyulsaydı, evrensel yağmadan her gün elde ettiğimiz tüm faydalar göz önüne alındığında, hiçbir metropol vatandaşının bunu yapmaya hakkı olmazdı. Ve hiçbir militan Stakhanovizm, hiçbir özveri bu göz yummanın kefaretini ödeyemez. Bizim durumumuz, üreticilerin ahlakıyla tüketicilerin ahlakını, burjuva ahlakını hala karşı karşıya getirebilen ilk “sanayi devrimi” sırasındaki işçi sınıfının durumu değildir. Bizim durumumuz pleblerin durumudur. İmparatorluğun merkezi bölgelerinde, hazmedilemez bir meta bolluğunun ortasında yaşıyoruz. Her gün tahammül edilemez olana katlanıyoruz – sokaklarda silahlı bir polis devriyesi, metro havalandırma ızgarasında uyuyan yaşlı bir adam, bize açıkça ihanet eden ama öldürmediğimiz bir arkadaş vs. Günde birkaç kez tamamen metalaştırılmış ilişkilere giriyoruz. Ve eğer vicdan azabımızı bir kenara bırakırsak, kendimize bir saldırı için araç sağlarsak, bir tür ilkel birikim elde ederiz. Eğer soru kim olduğumuzsa, “yoksullar”, “mülksüzler”, “ezilenler” olmadığımız aşikar, çünkü tam da hala mücadele edebiliyoruz. Gerçekte bizi birleştiren şey, şu anda dünyaya yaşatılan aşırı mutsuzluğa karşı isyan değil, bize sunduğu mutluluk biçimlerinden duyduğumuz kalıcı tiksintidir. Dolayısıyla bizim konumumuz, kendilerine, sahip oldukları konuma karşı isyan etmeden İmparatorluğa karşı isyan edemeyen — müstehcen, savurgan, şizofrenik — pleblerin konumudur. Aynı zamanda kendimize karşı isyan olmayan başka isyan yoktur. Bu, zamanımızın özelliğidir ve bundan böyle her devrimci süreçte söz konusu olan şeydir.

6. “Ceza adaleti işlevsel bir adalet haline geliyor. Bir güvenlik ve koruma adaleti. Diğer pek çok kurum gibi toplumu yönetmek, onun için tehlikeli olanı tespit etmek, onu kendi tehlikelerine karşı uyarmak zorunda olan bir adalet sistemi. Kendisine yasal öznelere saygı duymaktan ziyade bir nüfusu gözetme görevi veren bir adalet” (Foucault). Hapishane tehlikeli sınıflar için değil, asi bedenler için tasarlanmıştır — burjuva eğitiminde baskının metodik olarak uygulanması ya da küresel küçük burjuvazinin konfor takıntısı, asi bedenlerin belirli çevrelerdeki nadirliğini ve hapishane nüfusundaki aşırı temsilini açıklayabilir. Hapishaneler ve diğer pek çok aygıt aracılığıyla sivilizasyon, beklenen çöküşünü mümkün olduğunca uzun süre ertelemek için çürümesini yönetmeyi amaçlamaktadır. Hapsedilme, İmparatorluğun işlevini yerine getirmeyenlere, normal durumu bozanlara vaat ettiği nihai kaderdir. Bu şekilde sivilizasyon, “barbarları” izole ederek kendi ömrünü uzatmayı ummaktadır.

7. Hapishaneyi, hapishane tehdidini, jestlerimizin özgürlüğü üzerinde kesin bir kısıtlama olarak biliyoruz. Hapishanelere karşı dışarıdan yürütülen mücadele, hapishaneyi bize tanıdık hale getirerek, onunla ilişkilendirilen güçlü korkuyu ortadan kaldırarak bu kısıtlamayı kırmamıza yardımcı olur. Bu özel mücadele sayesinde, mücadele etme korkumuzu bastırırız. Görüldüğü gibi, bizi hapishaneye karşı mücadeleye iten ahlaki bir gereklilik değil, stratejik bir gerekliliktir: kendimizi kolektif olarak daha güçlü kılma gerekliliği. “Gerçek eylemin etkinliği kendi içinde saklıdır.”

8. “Söylenen şey ‘artık hiç hapishane olmasın’dır. Ve bu tür kitlesel bir eleştiriye tepki olarak, makul insanlar, yasa koyucular, teknokratlar, yönetim otoriteleri ‘Peki o zaman istediğiniz nedir’ diye sorduklarında, cevap şudur: ‘Bizi hangi sosla pişireceğinizi söylemek bize düşmez; artık bu suç ve ceza oyununu oynamak istemiyoruz, artık bu adalet oyununu oynamak istemiyoruz.” (Foucault)

9. Devrimci mantık ile mahkumları mahkum olarak destekleme mantığı aynı şey değildir. Mahkumları desteklemek, acı çeken herkesle, iktidar tarafından ezilen herkesle duygusal bir dayanışmanın (insancıl olmasa da insani) hizmetindedir — Génépi Katoliklerinin motivasyonunun kökeni buradadır. Öte yandan devrimci mantık stratejik, bazen insanlık dışı ve çoğu zaman acımasızdır. Çok farklı türde bir duygulanım gerektirir.

10. Hapishanede tüm mücadeleler radikaldir — hayatta kalmak ya da yok olmak, haysiyet ya da delilik: bunlar en küçük ayrıntılar üzerindeki çekişmede söz konusudur. Ve hapishanede her mücadele aynı zamanda reformisttir, çünkü isyan ederek bile olsa elde ettiği şey için mahkumların hayatlarını elinde tutan egemen bir güçten dilenmek zorundadır.

11. 19. yüzyılın tüm devrimlerinde — 1830, 1848, 1870 — ya hapishanelerin içinde isyanlar olması ve mahkumların dışarıdaki devrimci hareketle dayanışma içinde olması ya da devrimcilerin hapishanelerin kapılarını zorlayarak açması ve mahkumları özgürleştirmesi gelenekseldi. Her halükarda, hapishaneleri ortadan kaldırmanın en kısa yolu devrimci bir hareket inşa etmektir.

12. Aramızda eski-hükümlü yok. Hapis yatmış arkadaşlarımız var. Hükümlü olarak hükümlü, serbest bırakıldıktan sonra eski bir hükümlü haline gelen kişi, bir kurgu figürüdür, suç kurgusudur. Mahkum olarak mahkum diye bir şey yoktur. Var olan, hapishane makinesinin çıplak yaşama, uysal korunmuş ete indirgemek istediği yaşam biçimleridir. Hücre miti; artık inatçı nedenler, şiddetli duygulanımlar ve çılgın mantıklar tarafından canlandırılan bedenlerle değil, bekleyen hareketsiz et parçalarıyla uğraşmak zorunda kalma hayalini ifade eder.

13. İmparatorluk altında –yani küresel iç savaş içinde– dostluk siyasi bir kavramdır. Herhangi bir ittifak genel çatışmaya bir çizgi çeker ve tüm çatışmalar ittifakları dayatır. Birini hapsetmek siyasi bir eylemdir. Fresnes’deki son olayda olduğu gibi bir arkadaşın bazuka ile serbest bırakılması da siyasi bir jesttir. Action Directe üyeleri, mücadele etmekten dolayı hapsedildikleri için değil, hâlâ mücadele ettikleri için siyasi mahkumdurlar.

14. Mahkumlar arasında arkadaşlarımız var ama hepsi bu değil. Hapishanelere karşı mücadele mahkumlar için bir mücadele değildir. Hapishaneleri kaldırmak istiyoruz çünkü ittifaklar kurma imkanımızı kısıtlıyorlar, anlaşmazlıklarımızı yumuşatıyorlar. Suçlu ve masum arasındaki sahte ayrımı ebedileştiren mevcut pasifikasyon yerine gerçek savaşların özgürce yürütülebilmesi için hapishaneleri kaldırmak istiyoruz. Bir kez daha, bizim için mesele bölünmeyi bölmektir.

15. A society that needs prisons, no less than a society that relies on the police, is perforce a society where all liberty is extinguished. On the other hand, a society without prison is not automatically a free society. There is no lack of historical examples that illustrate this point if one considers that imprisonment was only imposed as the dominant form of punishment at the beginning of the 19th century. 

16. Gardiyanların gaddarlığı, hapishane yönetiminin keyfiliği ve daha genel olarak hapishanenin sizi öğütmek ve ezmek için bir makine olduğu gerçeği — bunların hiçbiri skandala yol açmıyor. Hapishanenin işlevinin kontrol edilemeyen bedenleri hizaya getirmek, “vahşi” olanı evcilleştirmek olduğu kabul edilir. Tekerlek, kazık ya da giyotinle karşılaştırıldığında, hapis cezası en başından beri medeni ve sivilize edici bir ceza olarak tasavvur edilmiştir. Pellegrino Rossi 1829 tarihli Treatise on Criminal Law adlı eserinde “Hapis cezası medeni toplumlarda en mükemmel cezadır” diye yazmıştır. Sabırla beklemek yurttaşın erdemidir; ve herhangi bir hareketten önce izin istemek onun eğitiminin ABC’sinden biridir. Mücadelemiz öncelikle sivilizasyona karşı bir mücadele olduğu için, aynı zamanda hapishaneye karşı da bir mücadeledir.

17. Sivilizasyona karşı savaşta hapishane “el yordamıyla uzanan parmaklar ve öldüren eldir”. Ancak, her mantıklı insanın kabul edeceği gibi, düşmanınızın yumruklarına vurarak bir savaşı kazanamazsınız.

18. Toplumumuzun hapishaneler olmadan işlevini sürdüremeyeceğini ve onlara saldırarak tüm sistemi zayıflattığımızı söyleyen mantık mantıksal olarak doğru ancak pratikte yanlıştır. Hapishane “en zayıf halka” değildir. Hapishanelerin anakronizmi üzerine yinelenen tartışmalar, geçiciliği sayesinde bize, geri kalan her şeyin “modernliğini” garanti eden şeyin bu anakronizm olduğunu hatırlatmaktadır.

19. Bir tehdit olarak hapishane, gerçekten de sivilizasyonun bizi içimizdeki vahşiyle iletişim kurmaktan, bizi kat eden yoğunlukları onaylamaktan caydırmak için kullandığı araçlardan biridir. Sadece bundan bile, düşmanın tamamen dışımızda olmadığını, sivilizasyonun bize sahip olduğu ölçüde ondan yararlanabileceğimizi anlayabiliriz. Çünkü sonuçta yurttaşlarla kavgamız şuna dayanıyor: “barbarlığı” sivilizasyona tercih ediyor olabiliriz.

20. Gerçekte, bu aşırı ayrışma zamanlarında hapishanelere karşı mücadele bizim için çoğunlukla bir bahane. Mesele aktivizmin acısına yeni bir bölüm eklemek değil, kendimizi daha geniş bir şekilde örgütlemek için hapishaneleri ortadan kaldırma projesini bir karşılaşma yeri olarak kullanmaktır. Nasıl ki hapishane içindeki her türlü mücadelenin amacı nihayetinde idareye karşı kolektif bir güç oluşturmak için gerekli bir kendinden-örgütlenme alanını fethetmekse, küresel iç savaşta kendimizi bir güce, maddi bir güce, otonom bir maddi güce dönüştürme meselesidir. Hapishane karşıtı mücadele, baskıyı engellediğimiz her zaman en yüksek yoğunluktadır. Kendimiz için cezasızlık elde etmeyi başardığımız her yerde zafer kazanır.

21. Sivilizasyonun temel yalanıyla karşı karşıya kaldığımızda haklı taraftayız. Ancak “yalanlardan oluşan bir dünya gerçek tarafından alaşağı edilemez” (Kafka). Etrafımızı saran tüm polisiye önlemler, böyle bir değişimi engellemek, yavaş yavaş bir gerçeklik haline gelmemizi önlemek için var. Günlük varoluşumuzu kontrol eden şebekeye her gün yeni bir aygıt ekleniyor. Bizi yenmek, hala sahip olabileceğimiz herhangi bir güç ya da vahşilik kalıntısını ortaya çıkarmak istiyorlar. Gündüzleri boyun eğiyoruz, çığ gibi büyüyen aygıtların yarattığı aşırı güç altında adımlarımızı izliyoruz; geceleri ise hayatta kaldığımız için kendimizi kutluyoruz. Ama durum tam olarak böyle değil: her boyun eğdiğimizde biraz daha ölüyoruz. Hapishane, içinde her dakika biraz daha ölmekten, hayatta kalarak ölmekten başka bir şey yapamayacağınız mega-aygıttır. Eğer birlikte bir hapishane şantiyesini işgal edersek, bu hapishaneyi, hapsedilmeyi, tecrit edilmeyi bir kez daha tartışmak için değil, güç dengesini tersine çevirerek yaşam biçimlerimizin özgür oyununu serbest bırakmak için olacaktır. Ve bedenlerimizi ve mekânı tamamen farklı bir şekilde kullanabileceğimizi göstermek için.

Çeviri: Konzept
Kaynak


Posted

in

by

Tags:

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın