Barışın Bozucuları – Gilles Deleuze

Filistinlilerin bir ülkeleri yokken barış görüşmelerinde nasıl “gerçek ortaklar” olabilirler? Ama ellerinden alınan bir ülkeye nasıl sahip olabilirler ki? Filistinlilere hiçbir zaman kayıtsız şartsız teslim olmaktan başka bir seçenek sunulmamıştı. Onlara sunulan tek şey ölümdü. İsrail-Filistin çatışmasında, İsraillilerin eylemleri (saldırıları orantısız görünse bile) meşru misilleme olarak kabul edilirken, Filistinlilerin eylemleri mutlaka terör suçu olarak değerlendiriliyor. Ve bir Filistinlinin ölümü, bir İsraillinin ölümü ile ne aynı ilgiye ne de aynı etkiye sahiptir.

İsrail 1969’dan beri Güney Lübnan’ı durmaksızın bombalıyor ve vuruyor. İsrail, Lübnan’a yönelik son işgalinin Tel-Aviv’e yönelik terörist saldırıya (otuz bin askere karşı on bir terörist) misilleme olmadığını, aksine İsrail’in takdirine bağlı olarak başlatılacak bir dizi operasyondan biri olan bir planın doruk noktasını temsil ettiğini açıkça söylemiştir. Filistin sorununa “nihai çözüm” için İsrail, diğer devletlerin (çeşitli nüanslar ve kısıtlamalarla) neredeyse oybirliğiyle suç ortaklığına güvenebilir. Topraksız ve devletsiz bir halk olan Filistinliler, ilgili herkes için barışı bozan taraftır. Eğer bazı ülkelerden ekonomik ve askeri yardım almışlarsa, bu boşuna olmuştur. Filistinliler yalnız olduklarını söylediklerinde neden bahsettiklerini biliyorlar.

Filistinli militanlar da bir tür zafer elde ettiklerini söylüyorlar. Güney Lübnan’da geride sadece direniş grupları kaldı ve bunlar da saldırılar karşısında oldukça iyi dayanmış görünüyor. Öte yandan İsrail işgali, Filistinli mültecileri ve topraktan geçinen yoksul bir nüfus olan Lübnanlı çiftçileri körü körüne vurdu. Köylerin ve şehirlerin tahrip edildiği ve masum sivillerin katledildiği doğrulanmıştır. Çeşitli kaynaklar misket bombalarının kullanıldığını belirtmektedir. Güney Lübnan’ın sürekli sürgündeki bu nüfusu, İsrail’in terör eylemlerinden ayırt etmekte zorlanılan askeri saldırıları altında gitmeye ve geri gelmeye devam ediyor. Son çatışmalar 200,000’den fazla kişiyi evlerinden etti, şimdi mülteciler yollarda başıboş dolaşıyor. İsrail Devleti, 1948’de Celile’de ve başka yerlerde çok etkili olduğu kanıtlanan yöntemi Güney Lübnan’da kullanıyor: Güney Lübnan’ı “Filistinleştiriyor”.

Filistinli militanlar çoğunlukla bu mülteci nüfusundan geliyor. İsrail daha fazla mülteci ve dolayısıyla daha fazla terörist yaratarak militanları yeneceğini düşünüyor.

Bunu söylememizin sebebi sadece Lübnan ile bir ilişkimiz olması değildir: İsrail kırılgan ve karmaşık bir ülkeyi katlediyor. Başka bir şey daha var. İsrail-Filistin çatışması, terörizm sorunlarının başka yerlerde, hatta Avrupa’da nasıl ele alınacağını belirleyecek bir modeldir. Devletlerin dünya çapında işbirliği, polisin ve cezai kovuşturmaların dünya çapında örgütlenmesi, zorunlu olarak, virtüel “terörist” olarak kabul edilecek daha fazla insanı kapsayan bir sınıflandırmaya yol açacaktır. Bu durum, İspanya’nın çok daha korkunç bir gelecek için deneysel bir laboratuar görevi gördüğü İspanya İç Savaşına benzemektedir.

Bugün İsrail bir deney yürütüyor. Bir kez uyarlandığında diğer ülkelere de fayda sağlayacak bir baskı modeli icat etti. İsrail siyasetinde büyük bir süreklilik var. İsrail, BM’nin İsrail’i sözlü olarak kınayan kararlarının aslında kendisini haklı çıkardığına inanıyor. İsrail işgal altındaki toprakları terk etme davetini orada koloniler kurma hakkına dönüştürmüştür. Güney Lübnan’a uluslararası bir barış gücü göndermenin mükemmel bir fikir olduğunu düşünüyor… tabii bu gücün İsrail güçlerinin yerine geçerek bölgeyi bir polis bölgesine, bir güvenlik çölüne dönüştürmesi şartıyla. Bu çatışma, Filistinlilerin oldukları gibi tanınması için lobi yapmadığımız sürece tüm dünyanın asla kurtulamayacağı tuhaf bir şantaj türüdür: Barış görüşmelerinde “gerçek ortaklar”. Gerçekten de savaştalar, hem de kendi seçmedikleri bir savaşta.

Çeviri: Konzept


Posted

in

by

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın